İstanbul’da bir reklamcılık şirketinde çalışıyorum. Patronum Ali Bey ile ofiste yalnızız. Gelen gidenimiz çok olur, işimiz nedeniyle. Yine yoğun günlerimizden birinde, çalıştığımız kargonun pazarlama sorumlusu Ayşe geldi ofise. Zaten sık sık gelirdi iş icabı. Ayşe, 1.75 boyunda, kumral, kalın bacakları olan bir kız. 25 yaşında ve bekar. Hepsinden daha önemlisi, öyle yuvarlak hatları olan bir kalçası var ki, ne giyse yakışıyor. Bu gelip gitmeler devam ederken onu deli gibi arzulamaya başladım. Ucu kalkık göğüsleri, Latin Amerikalılara benzeyen kalçaları… Onunla sevişmek ne kelime, bir kere vücutlarımız birbirine değse diye hayal kuruyordum.
Sıradan bir çalışma gününün ardından eve dönüyorum. Otobüs geldi. Yaklaşık elli kişilik bir kalabalık da otobüsün kapısına yığıldı. Ben ise Ayşe’yi hayal etmenin verdiği azgınlıkla, önümdeki güzel kıza değdiriyorum. Ben onunla meşgulken bir sesle irkildim: “Rıza Bey!” Onun sesiydi. Aptal olmuştum. Onun ne işi vardı burada? Neyse, ite kaka bindik otobüse. Teyzesine gidiyormuş. Deli gibi onu arzulamama rağmen, otobüste ona kazayla olmuş gibi dokunmak bile imkansız gibi geliyordu. Sert de bir kızdı. Zaten yapı olarak tanıdığım bir insana bunu yapamazdım.
Neyse, iki durak sonra otobüs ağzına kadar dolmuştu. Orta kapıya yakındık biz. Benim önümde küçük bir boşluk vardı. Ah, bir oraya girseydi! Yolcular ön kapıdan binemeyince kaptan orta kapıyı açtı. Açmasıyla insanların doluşması bir oldu. Bir baktım, bu karambol içersinde bir çocuk Ayşe’nin tam arkasına geçmiş. Ayşe bir süre sonra arkasına bakmaya başladı. Belli ki rahatsız olmuştu. Arkasındaki baskıdan rahatsız olan Ayşe, önümdeki boşluğa geçti sürtünerek. İnanın hemen kalktı benimki. Dimdik olmuştu. Ayşe’nin ince pantolonunun sardığı muhteşem kalçasına benimki değiyordu. Boylarımız orantılı olduğundan tam ortasına dokunuyordu.
Artık iyice yakınlaşmıştık. Sırtını göğsümde hissediyordum, bacaklarımız da değiyordu birbirine. Ben ise korkunç bir zevk alıyor, bir yandan da korkuyordum. Konuşmaya da devam ediyorduk bir yandan. Tam önümüzdeki kadın, yaşlı bir amcaya yer verince artık tamamen bütünleşmiştik. Kaçışı yoktu. Kalçaları kasığımı kapsamış, benimki kalçasının tam ortasında kalmıştı. Otobüs hareket ettikçe sürtünmemiz de artıyordu. Fark etmemesine imkan yoktu. Hissedilmeyecek gibi değildi; kumaş pantolonumdan fırlayacakmış gibi duran koca oğlan.
Bir ara rahatsız olur gibi oldu. Ya da ben öyle sandım. İstemsiz olarak “Pardon,” dedim. Çok ciddi bir şekilde “Niye?” dedi. Başımdan kaynar sular boşaldı. “Ya, sıkıştık biraz,” diyebildim belli belirsiz. Hafif gülümsedi. Bu beni bitirmişti. “Biraz mı?” dedi. Öyle rahatlamıştım ki… Artık kızmayacağını da biliyordum. İstemeyerek oluyordu çünkü. Fırsattan istifade tam deliğinin ortasındaydım. Pantolonlar olmasa giriverecek gibiydi. Boynuna da çenem değiyordu. Hoşlandığını düşünmeye başladım. Boynuna dokunmaya, hafif hafif nefes vermeye başladım. O da beklemediğim şekilde kendini arkaya veriyor, kalçasını sağa sola oynatıyordu hafif hafif. Benimki onun rüya kalçasında dolaşıyordu. Artık dayanılacak gibi değildi. Resmen tahrik etmeye başladı. Hafif öne eğilmeler, kalçasını ritmik bir şekilde oynatmalar… Boşalmak üzereydim artık.
Bu temaslar içinde tam boşalacakken bir şey sordu. Konuşamazsın ya, boşalırken öyle baka kaldım. Bana “Duymadın mı?” derken boşaldım. Ve o da çok yakından hissetti bunu. O, iki durak sonra indi. İnerken de şunu fısıldadı bana: “Borçlandın.”
Bu, size yeni hikayeler göndereceğimin de işaretçisi. Hoşçakalın.

